Gittiğim, beğendiğim, seneye tekrar gidilecek etkinlik, festival ..vs listesi yapıyorum. Bu yazıda Liverpool Sound City festivali var.
Liverpool Sound City festivali Mayıs ayındaydı. Baltic Triangle denen bir bölgede Jamaica Street etrafında konuşlanmış çeşitli cafelerde, barlarda ve açıkhava konserleri şeklinde geçen bir müzik festivali. Ya da müzik ağırlıklı bir festival diyim, çünkü dediklerine göre müzik harici başka sanatsal aktiviteler de oluyormuş ama ben pek dikkat etmedim.
Festivalin yapıldığı Jamaica Street civarı eskiden atölyeler, depolar falan olan pek de tekin olmayan bir sanayi bölgesiymiş. Festivale beraber gittiğim yarı Liverpool’lu yarı Türk arkadaşım öyle dedi. Çocukken buralara gelmezlermiş. Ama sonradan bu bölgedeki depoları falan cafeye, bara çevirmişler.
Böylece bölge organize sanayi sitesinden organize eğlence sitesine dönmüş. Zaten böyle büyük büyük binalar bu duruma çok müsait. Eski depolar, fabrikalar falan çok güzel canlı müzik yapılabilen geniş, ferah barlara dönüyor.
Baltic Triangle – Resimde arkada görünen Liverpool Katedraliymiş. Önde ise eskiden fabrika olan yapılar. Sağ taraftaki bina içinde canlı müzik yapılan büyük bi café mesela
Ben etrafta gezinirken ortamı Eskişehir’e çok benzettim. Eskişehir’de de eskiden – biz daha ortaokulda çipil çipil takılırken – böyle bir çoğu kapanmış bir kaç tanesi çalışan fabrikaların olduğu bir bölge vardı. Hatta eti bisküvi fabrikası bile vardı o bölgede. Okulumuz şehir dışında olduğu ve bünyede manyaklık olduğu için arada servise binmez bu bölgeden yürüyerek geçerdik arkadaşlarla.
Sonradan biz lisedeyken bu bölgede hafiften hareketlenme başladı. Bi tane fabrikayı Hayal Kahvesi yaptılar, başka bi tanesini acaip bi disco yaptılar falan falan derken bir de Espark diye bi AVM yaptılar. Sonra önünü alamadılar muhitin, Anadolu Üniversitesine de yakın olunca bölge öğrencilerle birlikte bi anda coştu. Yıllarca ölü taklidi yapan mahalle bi anda uzaya çıktı. (Bunda belediye başkanının ve vizyonunun da büyük bi etkisi var…)
Neyse konumuza dönelim. Liverpool diyoduk, festival diyoduk…
Festival 3 gündü fakat biz sadece Pazar gününe gittik. Bir festival klasiği olarak aldığınız bilet ile bi gişeden bileklik alıyorsunuz. Bu bileklik ile festival kapsamında olan mekanlara girebiliyorsunuz. Değişik bir çok mekanda konserler oluyor.
Bi tane mekanın önünde giriş sırasında kuyruğa girdik, tam kapıdan geçerken bilekleri gösterip geçmeye kalkarken elemanlar burası festival kapsamında değil dediler 🙂 Önünde festival bayrağı olan yerlere girebilirmişiz.
Lafı daha fazla uzatmadan görsellere geçiyorum…
Ya da durun festival görselleri öncesi bişiy daha anlatçam 🙂 Festival bölgesine gitmeden önce önemli bir mekana gittik – The Cavern Club
The Cavern Club, 1960larda Beatles’ın Liverpool’da düzenli çaldığı bar.
Öncelikle belirteyim mekan adının hakkını veriyor. Cavern – Mağara… Yer altına doğru 3 kat falan iniliyor. İçerisi kabaca şöyle görünüyor. Öğle vakti gitmemize rağmen içersi baya doluydu.
Sahnede çalan arkadaşı anlatmak için biraz ek bilgi vermem lazım 🙂 Gittiğimiz dönem şampiyonlar liginde yarı final zamanıydı. Liverpool, Barcelona ile İspanyada oynamış 3-0 yenilmiş, bir kaç gün sonra Liverpool’da rövanş maçına çıkacaklar. Sahnedeki eleman Liverpool için çeşitli besteler yapmış onları söylüyor.
Ayrıca bilmeyen çok azdır ama yine de yazayım. Rövanş maçında Liverpool 4-0 barçaladı. Hahaha burada bu Fanatik/Fotomaç gazetesi-vari espriyi yapmasam olmazdı, bu hissiyatı başka türlü verebileceğimi sanmıyorum.
Arkadaşın Liverpool’a nası inandığını şöyle iki video ile göstereyim…
Ooo Mane Mane… … … dururup dup dup … … … but we sold Coutinho… … … Score a beautiful for me Salah… Score a beautiful for me Mane…
— Bakınız burası çokomelli —
… in the Champions League
Your my team, dance for me
and will keep a clean sheet
ohhh yeah
If they score, because they’ll try
We will … … … and score five
We will come back from three
Just like Turkey, win the Champions League
Burada arkadaş 2005 yılında İstanbul’daki finale gönderme yapıyor. Aynı Türkiye’deki gibi 3’ten geri geleceğiz, kupayı alacağız diyor 🙂 — dedi ve 1 ay sonra aldılar 🙂
Mesela bi çay içelim, bi tatlı yiyelim diye bir cafeye giriyorsun ortamda şöyle bir konser oluyor…
Açıkhavadaki konser böyleydi. Çalan grup Clean Cut Kid
Bu arkadaşlar bitirdikten sonra açıkhavadan ayrıldık. Başka yerleri gezdik sonra bi ara tekrar geldiğimizde sahnede zenci rapçiler vardı ama girdiğimiz gibi bitti. Bilsem beklerdik bu tipleri, hayatımda hiç canlı rap konseri izlememiştim 🙂 Hani rapçilerin zenci olması kısmına gelmedim bile daha, ilk defa hakiki bir rap konseri izlicektim, kaçırdım 🙂
Böyle gayet güzel açıkhavada bir mekan vardı. Burası festival kapsamında değildi, zaten konser falan da yoktu ama böyle açıkhavada tatlı tatlı içebildiğimiz için çok sevdik burayı 🙂
Bir de Mayıs ayında İngiltere’de hava durumu konulu karşılaştırmalı foto koyayım.
Aynı mekanda, aynı yerde saat 15 ve saat 19 arasındaki farkı göstereyim.
Burası baya büyük bir yer. Çalan grup çok enteresandı, yani o an çok enteresan geldi. Ön planda ikinci ufak bateri, müzik, vokal gayet iyiydi. Canlı performansları çok enerjikti. Bu kadar pozitif cümle sonrası bir ‘ama’ gelecek diye bekliyorsunuz di mi? Evet geliyor.
Grubun adı ‘Short Paris’. Sonradan youtube’dan bir kaç şarkılarını dinliyim dedim, dinleyemedim. Adamlar baya leş teknocuymuş ya. Tamam genel olarak tekno türünden hiç hazzetmiyorum ama arada gayet iyi müzik yapanlarda oluyor. Tekno olayına tümden karşı çıkmıyorum yani 🙂 (Mesela ne kadar çok acaip bi müzik yapsalar da Infected Mushroom iyi bir gruptur)
Bu adamların müzik çok kötü ama nasıl oluyorsa canlı performansları da o oranda çok iyi. Ben bunları canlı dinlerken bunları enteresan bi indie-rock grubu sandım. Müziklerini canlı çalarken leş teknoya bağlayamıyolar büyük ihtimalle. – Ya da başka bir ihtimal artık gecenin sonuna yaklaştığımız için vücuttaki alkol kulaklara filtreleme yaparak dinlediğimiz şeyleri güzelleştiriyor. Sanki bu tanım daha uygun oldu gibi 🙂
Son olarak bu güne dair bir ayrıntı daha vereyim…
Bugün Galatasaray-Beşiktaş maçı da vardı. Artık ligin son haftaları, bir nevi şampiyon belli olacak maç sonucuna göre.
Festivale beraber geldiğimiz arkadaş maalesef GS’li… Evet maalesef GS’li… İşin enteresan yanı, adam gayet süper bi insan. Sevdiğim de birisi kendisi. Böyle güzel, kral insanlar nası GS’li yada FB’li olur anlamak mümkün değil. Tıp biliminin bu konuya odaklanması lazım. Vallahi çok enteresan ya 🙂 Neyse Kübalı doktorlardan umutluyum, yakın gelecekte bu olayı da çözeceklerdir…
Sabah Liverpool’a gitmek için evden çıkarken yanıma şanlı Beşiktaşımızın formasını da aldım. GS’yi yendikten sonra festival ortamında formayı giyer arkadaşla dalga geçerim diye hesapladım ama plan içimde patladı. Yenildik.
Formayı planladığım gibi giyemedim ama getirdiğim iyi olmuş. Şöyle fantastik bi grafiti görünce giyip “Derbi öncesi Liverpool sokaklarından dostluk mesajları” isimli bir fotoğraf çektik. Dostluk, kardeşlik falan falan işte… (yersen 🙂 )
Not: Bu fotodan çekmek isterseniz bu grafiti Jamaica Street üzerinde bi binada…