Bu hal ne böyle? Bu nasıl bir blogdur? 6 aydır yeni yazı yok…
Öncelikle hiç bi bahane falan üretmeden direk özeleştirimi vereyim. ( Çünkü dünya görüşüm, siyasi duruşum bunu gerektirir 🙂 ) sonrasında gerekli olan bahaneler üretme, türlü cıvıklıklar, fantastik hayaller kısmına geçeriz.
Özeleştiri konusunda üstadımız, abimiz Vedat Milör’den böyle gördük:
Blogda niye yeni yazı yok? – Kısaca anlatmak gerekirse: tembellik işte 🙂
Aslında tembellikten öte başka işlere vakit ayırmaktan oturup bloga yazı yazamadım. Bu yazı yüklemediğim 6 aylık dönemde neler mi yaptım? Sonraki yazılarda bunların hepsine teker teker çok daha detaylı girebilirim ama özetle:
– Ev ve bahçe bakım konusunda her türlü işçilik. Evde bazı odalardaki duvar kağıtlarını söktük, boyadık, dekorasyon… Bahçede bilimum enteresan işler… DIY deniyor burada. (Do it Yourself / Kendin Yap) Kısaca “Profesyonel birini çağırıp parasıyla yaptırmaktansa, youtube’dan nasıl yapıldığını izleyip öğreneyim, sonra yaparım lan ben bunu” kafası da diyebiliriz.
○ Bahçede çim biçme işini bir adım ileri götürdüm ve çimlere çok pis bakım yaptım. “scarifying ve detatching” deniyor, Türkçesini tam bilmiyorum ama çimlerdeki yosunları ayıklama, havalandırma falan deniyor herhalde. 2-3 yıldır çimlere pek bakılmamış, ‘moss’ dedikleri karayosunu içindeydi…
○ Hatta bu bakım işini bir adım daha ileri götürerek bütün operasyonu değişik açılardan videoya çektim. Bu işin nasıl yapıldığını blogda görsel olarak da anlatırım belki youtube’a bile yüklerim diye düşündüm. İçimize işleyen DIY felsefesi gereği video editleme işini de çözmeye başladım… Bakalım ilerleyen zamanda yaparım bişiler umarım 🙂
– Bu evdeki tamirat işlerine bi anda çok feci sardırdım. Bir sürü alet edevat edindim, aklınıza gelecek her türlü ıvır zıvır işe bulaştım. (Burada ‘bir sürü’ kelimesi kilit. Öyle ki aletleri koymak için garaja demir bir dolap almak zorunda kaldım 🙂 ) Mesela evde duvardaki tekli bir elektrik prizini söküp, deliği genişletip ikili akıllı priz taktım. Niye böyle bişi yaptım? Tekli prize bir tane çoklayıcı alıp taksam aynı şey değil mi? Evet, ama maksat manyaklık işte… (bir de smart plug takmak için tabi)
– LED strip işine sardım. Bunları kesip, kaynak kalemi ile birbirine bağlayıp, sensör takıp, anahtar takıp mutfağa, dolapların içine falan artık nereye denk gelirse LED strip bağlıyorum. Durduramıyorum kendimi 🙂
LED Strip ne ola ki? diyenler için şöyle bir kaç resim bırakayım. Resimlerin benimle alakası yok, internetten rastgele buldum. Benim yaptığım gerçek örnekleri gelecek yazılara saklıyorum 🙂
– Akıllı priz mi dedin? O da ne? “Smart plug” diyollar… Elektrik prizini telefondan (veya google home üzerinden konuşarak) açıp kapatabiliyorum. Hahaha süper gereksiz işler ama hastasıyım 🙂 Bu smart ev işini de bir kaç adım ileri giderek bir sürü sistem kurdum. Samsung Smartthings hub ve bilimum Google cihazları ile smart ev işine çok hızlı bir giriş yaptım. Bu konuya ayrı başlıklarda çok daha detaylı değineceğim.
– Cep telefonundan oyun işine sardım. Böyle arada dönem dönem oyuna sardırırım ben, duramam 🙂 Geçen sene bir ara çok yoğun Simcity oynadım. Baya güzel oyun yapmış çakallar, online olarak başka oyuncularla savaş falan filan… Sonra bir ara dellenip telefondan sildim de rahatladım…
○ Bu ara Risk’e sardım. Bildiğiniz Risk (Ya da Gizli Hedef işte) ‘i online oynayabiliyormuşuz. Bunu öğrendiğim hiç iyi olmadı. Bu karantina günlerinde sürekli dünyayı fethettim. Ama şükür şimdi sakinleştim, çok az oynuyom…
– Vikings’e sardık. Ben eskiden ilk sezonu izlemiştim sonra biriksin de topluca izlerim diye bırakmıştım. Bu günlere nasipmiş… Eşimle oturup bütün bölümleri ardı ardına izledik. Her akşam 2 veya 3 bölüm… Manyak olduk şerefsizim… Bi oğlum daha olursa adını Bjorn koyabilirim. O derece… Yani ben teklif ederim de, hanımın neşeli bi anını kollamak lazım 🙂 🙂
SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER
Ragnar öldükten sonra tadı kaçtı dizinin ama ya… Kalan bölümleri çok aceleye getirip konuları birbirine çok saçma sapan bağlamışlar ama genel olarak çok güzel dizi 🙂
Bir Lost kadar kesinlikle değil de, Game of Thrones kadar da değil, ama insanın keyfini birazcık kaçırıyo…
SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER – SPOILER
– Vikings bitti. Sonra eşimi şaşırtıcı bi şekilde Walking Dead izlemeye ikna ettim. Hiç beklemediğim kadar kolay oldu. Nasıl oldu ben bile anlamadım. Bunu da 4 sezon falan izlemiştim heralde ama sonra yine nadasa bırakmıştım. Yarım bıraktığım dizileri bitiriyorum
Ama neyse ki Walking Dead böyle apokaliptik ortam, dizi baya yavaş ilerliyo, oturup 3-4 bölüm ardı ardına izlenmiyo. İnsan gibi 2 günde bir bölüm falan izliyoz.
Yani böyle bunları madde madde yazınca niye yazı yüklemedim sorusuna cevap olarak tembellik demekten vazgeçtim. Blogu bir süre arka plana attık diyelim 🙂
Yukarda okuduğunuz kısmı daha yeni yazdım. Aşağıda kalan kısımda da sizi aylar önce yazmaya başladığım ama bir türlü bitiremediğim aynı konulu yazı ile başbaşa bırakıyorum.
Konu bütünlüğü biraz kayık olabilir, çok detay olabilir, fazla kişisel olabilir…vs…vs… Çok inceleyip üzerinde düşünmedim, yazıyı buraya kadar okuduysanız konuyu ve nedenini biliyosunuz zaten 🙂
Bu lockdown, karantina işleri başlayıp evden çalışmaya başlayınca rahat rahat oturup paso yazı yazarım bloga diye düşünmüştüm. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çarşı karıştı…
Bi kere evden çalışma işleri hiç hayal ettiğim gibi olmadı. Ben hani bu dönem işler biraz azalır, bazı projeler ertelenir falan şöyle geniş geniş çalışırız diye umduydum. Ama nerdeee… Her şey tam gaz devam, aksine daha da bi yoğunlaştık ya…
Bi de duymuşsunuzdur İngiltere’de ‘forlough’ diye bi olay çıktı. Lockdown süresince geçici olarak kapanan işyerlerinde çalışanların maaşlarının %80’inini devlet verdi. Yani işyerin kapandı, evde oturduğun yerden maaşının %80’inini almaya devam ediyorsun. Şu virüs işleri olmasa resmen rüya gibi olay aslında ama lockdown falan sonuçta baya korkutucu.
Malesef bu forlough konusu bana vurmadı 🙂 ben dediğim gibi aynen, hatta daha yoğun şekilde çalımaya devam…
!!! Yarın bi gün olur da çalıştığım yerden birileri bu yazıyı okursa diye bir not: Ya ben öyle düşünmüyom aslında, ne güzel işimiz var çalışıyoz. Malesef vurmadı falan lafın gelişi bunlar… hani espri olsun diye…
Evden çalışma işi de ilk etapta bi sıkıntı yarattı. Planlanmış bişi olmadığı için evde bir düzenek yoktu. Hatta konusu açılmışken özet bi covid 1.lockdown giriş kronolojisi yapayım: (2. de bilimin öngördüğü şekilde olacaktır zaten)
8-13 Mart arası iş nedeniyle Belçika’daydım. Belçika’daki fabrikada Amerikalılarla 5 günlük proje toplantısı yapacaktık. Biz 8’inde buradan giderken hafiften bi kıllandıydık, hani iptal olabilir falan diye uçağa binerken son ana kadar mailleri kovaladım. Biz orada toplantılara başladıktan sonra olaylar iyice alevlendi.
Hatta Çarşamba gecesi (Amerikada gündüz oluyor tabi) Amerika’daki sarışın(!) sınırları kapatabilirim gibi şeyler söyleyince Amerikalı ekip gece yarısı apar topar uçak bileti alıp döndü. Perşembe sabah bi kalktık, bu adamlar yok 🙂
Ulan bizde mi dönsek naapsak dedik ama Cuma akşamına bilet var zaten iki gün daha bekleriz nolcak ki dedik. İngiltere dediğin yer şu denizin karşısı, yüzeriz en kötü…
Bekledik, bişi olmadı Cuma akşamı döndük. Bişi olmadı derken sınır kapatma olayından bahsediyorum tabi… O 1 hafta Belçika’da el yıkamaktan, dezenfektan kullanmaktan ellerim çatladı, gittim el kremi falan aldım. O derece.
İngiltere’ye dönünce ilk konuşulan önümüzdeki bir ya da iki hafta fabrikaya gitmeyelim, evden çalışalım (hani 14 gün karantina hesabı) sonrasına bakarız oldu.
Bu arada döndüğümün ertesi günü – 14 Mart’ta Manchester Film Festivali kapsamında Hasan Söylemez’in Tenere isimli belgeselinin Avrupa premieri yapılacaktı. Arkadaşlarla bilet almıştık. Gidemedik, yandı. Ona üzüldüm baya. Biletlere yanmadım da, hem premieri kaçırdık filmi izleyemedik, hem de Hasan’la tanışma fırsatını kaçırdık. Hasan Söylemez filmin başında kanlı canlı konuşma yapacaktı.
Etkinlik iptal olmadı, biz gitmemeye karar verdik. Ben bi ara gideyim mi diye düşündüm ama sonra gazete manşetleri falan gözümün önüne geldi, gitmedim. “Belçika seyahatinden dönen Türk, Manchester Film festivalinde Manchester’daki Türklere korona bulaştırdı” – “Emre, korona saçtı” – “Emre, the patient zero in Manchester”
Neyse, ne anlatıyodum ben ya?
Ha, evden çalışmaya başlayınca ilk etapta sıkıntı oldu diye lafa girip başka bi ton laf anlattım.
İlk sıkıntı masa sıkıntısı. Evde çalışma masası yok 🙂 Salonda yemek masasına laptopla oturdum ama ilk olarak yemek masası bana hiç ergonomik gelmiyor. Bir de sonuç olarak salondayım, Laura ve Efe etrafımda dolaşıyo. Zaten bu korona olayı nedir, Laura’nın ve Efe’nin okul nolcak, bizim işyeri duracak mı falan binbir konu var. Dolayısıyla konsantrasyon zaten sıfıra yakın, bir de salonda yemek masasına oturmuş laptop ekranı ile iş yapıp internet üzerinden toplantı yapmaya uğraşıyom.
İkinci sıkıntı da dediğim gibi laptop ekranından iş yapmaya çalışmak. Eskiden Türkiyede tek laptop ekranı ile çalışıyordum ama buraya geldikten sonra iki ekrana o kadar alıştım ki. Hatta bu işyerinde bir laptop + iki monitör olmak üzere işyerinde 3 ekranlı setup yapmıştım. Çok ekranlı çalışmak acayip rahat oluyo.
İlk hafta sonunda bu iş böyle olmaz diye kendi kendime isyan edip mağazalar kapanmadan Curry’s e gidip bi monitör aldım. Monitörü getirdim salonda yemek masasının üstüne kurdum 🙂 Bi hafta da öyle çalıştıktan sonra hafiften karantina işleri konuşulmaya başlandı ve bizim uzunca bir süre evden çalışacağımız belli oldu.
Bu şekilde bir iki hafta idare ederiz – ki ettik ama daha fazlası olmaz… Dolayısıyla ya evdeki küçük odaya (ama nası küçük anlatamam) ya da yatak odasına bi çalışma masası atmam lazım. Küçük odada şu an gardrop ve tekli yatak olduğu için tek yön girip geri geri çıkabiliyoruz. Odanın içinde olduğun yerde dönerken bile zorlanıyorsun, masa koymak imkansız. Dolayısıyla hedef yatak odası…
Atlayıp IKEA’ya gidip masa alamıyoz, mobilyacılar falan kapalı. Mecbur internetten hızlı gönderi yapılabilen modellerden ya da sahibinden ikinci el bişi ayarlamak lazım. Facebook marketplace’den bir kaç ilan ile konuştum ama olmadı. Sonra yine Curry’s den 3 gün sonra teslim bi masa denk getirdim.
Virüs olayı öncesi işe gitmek yaklaşık 40 dakika sürerken şimdi yataktan kalkıp işe başlamam 40 saniye bile sürmüyor 🙂
İşte mesela böyle düşününce bu 40 + 40 dakikayı çok verimli geçiririm diyosunuz. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil tabi.
Bir de bu yolculuğun aslında düşündüğüm gibi verimsiz geçmediğini farkettim. Yani tabiki verimsiz, saçma sapan bir zaman kaybı ama şöyle enteresan bir durum olduğunu anladım:
Bir kere bu 2×40 dakikalık yolculukta hayvan gibi müzik dinliyom. Hayvan gibi derken şaka yapmıyorum, bazı günler sakince podcast falan da dinliyorum ama genelde bangır bangır müzik dinlerim. Bu arada da bazen blogda şu konuda bi yazı yazayım, şöyle bir bölüm ekliyim gibi şeyler de düşünüyorum. Böyle fikirler kafada birikince, sonra müsait bir zaman bulup bilgisayar başına oturunca gerçekleştirmesi kolay oluyodu.
Şimdilerde bunun yerine düzenli yürüyüş yapmaya başladım. Kulaklıkları takıp yine hayvanlar gibi müzik dinleyerek yürüyorum ama aynı tadı yakalayamadım…
Onun için hep birlikte slogan atıp sonrasında sessizce dağılıyoruz. Henüz bir aksiyona gerek yok!